Kutlu Bilge



YUMURTA




Bozkırda yaşamak zordur. Bozkırda erkek olmak ,kadın olmak,yaşlı olmak bunlar çok kolay şeyler değil. Ama çocuk olmak hepsinden daha zordur. Çünkü çocukluk mavi düşlerle başlar. Her şey hayaldir ;hayallerin rengi mavi. Ama bu coğrafyada doğduğumuzda yaşadıkça rengimiz solar tıpkı dolunaysız gece gibi. İşte bu yüzden bozkırda mavi düşler kurmak çöle yağmur beklemek gibi beyhude bir iştir.

Ne zaman gökyüzüne baksam bir yıldız kaymasın diye dua ederdim çocukken. Yıldızlar bitecek sanırdım. Hangisi benim yıldızım biliyordum. Tıpkı yıldızlar gibi kalabalık bir ailede dünyaya geldim. Benden bir buçuk yıl önce ablam gelmiş dünyaya. Sonra ben ,benden sonra bir sürü daha kız. Sanki sipariş vermiş gibi her doğumda sinir krizi geçiren adamlar; erkek olsun diye devamlı doğuran,yıpranan kadınlar.

Ablamla beraber büyüdük,her şeyi birlikte tecrübe ettik. Hayatı oyun gibi yaşayamadık hiç. Aklımız ermeye başladıkça evde hizmetçi muamelesi görmeye başladık. Sanki torun değil birer köle gibi. Köydeki çocuklar okula gittikçe bir an evvel biz de gidelim diye dua ederdik. Nihayet ablamın okula başlama yaşı gelmişti. Ama beni de evde bırakmak istemediğinden her sabah erkenden kalkar okula kaçardık. Sabahın köründe koyunlarla uğraşmamak için mutfaktan iki çörek sonra doğru okula. O kadar hızlı kaçardık ki evden ardımızdan seslenseler bile durmazdık. Öğretmen gelip okulu açana kadar beklerdik. Köy okulu birleştirilmiş sınıflar şeklindeydi. Öğretmen masasının önünde birinci sınıflar,yandan itibaren iki,üç,dört ve beşinci sınıflar. Öğretmen bazen beni de sınıfa alırdı. Ben de bu sayade gide gele okumayı söktüm. Öğretmen sayı azlığından okul kapanmasın diye ertesi sene de beni kayıt etti okula. Hem yaşım hem de boyum çok küçük. Yazı yazmak için ayağa kalkardım ufacıktım. Ama evden kurtulduğum için çok mutluydum. Kimse iş yaptıramayacaktı çünkü ben de artık okula gidiyordum.

Her sene başında yerli malı haftası yaparlarmış okulda. Evde neler üretiyorsak onlardan getirirdik. Ama anneleriniz de bir şeyler yapsın dedi öğretmen.Kimi kalktı kurabiye dedi,bir başkası pasta dedi ama biz bir şey diyemedik ablamla. Yanyana iki sıradaki öğrencilerden birbirimize baktık, sıra bize gelmesin diye dua ettik. Çünkü biliyorduk ki asla yapmayacaklardı. Babam şehre gitse kurabiye falan alırdı ama o lanet koyunların yüzünden babamı göremiyorduk bile. Sıra bize geldi ve öğretmen siz de kek getirin dediğinde sanki dünyada ulaşılamayacak kadar zor bir şey istemiş gibi ona düşmanca bakmıştım.



Evde kek istiyorlar nasıl derdik? Ellerinden gelse okul için önlük almayacaklardı.Ablam planını yapmıştı ama. Çaktırmadan malzemeleri sorup ayarlayacak, sonra herkes koyunlar için dışarı çıktığında anneme yaptıracaktı. Öğrenmiş malzemeleri köydeki genç kızlardan. Ablam söyledi ben yazdım kağıda;üç yumurta,bir bardak şeker,un... Mutfakta her malzemeyi ölçüsüne göre ayarlayıp bir yere sakladık. Sonra annemi yalnızyakalayıp söyledik. Ama malzemelerden eksik var dedi. Yumurta yokmuş .Babamın cüzdanından iki lira aldı ve gidin komşudan bu paraya ne kadar olursa yumurta versin diye tembihledi. Koşa koşa gittik ve yumurta istedik. Kadın parayı almadı ama sadece üç yumurta olduğunu söyledi .Küçük bir poşete koyup kırmayın diye tembihledi. Kırar mıydık hiç! Ablam aldı yumurtaları. Eve giderken okul bahçesinde arkadaşlarımızı oynarken gördük. Çocukluk ya unuttuk keki falan hemen indik bahçeye oyun oynamaya. Kenara koysak kırılırdı yumurtalar. Bahçedeki toprağa gömmek benim aptal parlak fikrimdi. Okul kapalı olmasa içeri koyacaktık. Oyun oynamaktan halimiz kalmadı ve artık topraktan yumurtaları almak istedik. Ancak küçük bir köpek toprağı eşip yumurtaları yerken gördük. Son yumurtayı kurtarmak istedik ancak onu da kaçarken kırdı.Yarına olması gereken bir kek vardı ama yumurtalar hala eksikti. Bizim o anki çaresizliğimiz sessiz bir çığlık misali. Oynadığımız oyunlar burnumuzdan geldi. Paramız hala duruyordu ama herkesin evine gitmemiz de yasaktı. Akşam kararana kadar oturduk okulun bahçesinde hiç konuşmadan. Oyun bile oynamadık çaresiz gittik eve. Nerde kaldınız diye bir ton laf işittik herkesten. Ama hiç umrumuzda değildi. Napcaktık sahi yarın? Mahcup olacaktık herkese .Bir şey götürmeyince arkadaşlarımız getirdiğinden verir miydi?

Kuzuları içeri koyduktan sonra eve girdik. Misafirler gelecekmiş kadınlar mutfakta bir amansız savaş içinde girmişlerdi. Mutfağa girdiğimizde bir koku fark ettim. Ben fırını göremiyordum ama ablam elimi sıktı ve bil bakalım fırında ne var? dedi. Keeeekkk diye bağıdım ve kıçıma uzaktan bir terlik geliverdi hemen. Mutfağın kenarında bir şeyler yiyip misafirler gelmeden gidip yattık. İnşallah kimse yemez diye karanlıkta oturduk ve dua etmeye başladık. Keki kimse yemesin nolur Allahım diye. Sesler azaldığında misafirlerin gittiğini anladık ,herkesin yatmasını bekledik ve iki küçük fare mutfağa gittik. O kadar çok yemek yapmışlardı ki keke dokunulmamıştı bile. Ablam bıçak buldu keki kesmek için. O kadar dikkatli kesti ki metre ile ölçülse bu kadar düzgün kesilemezdi. Ya da bana öyle geldi bilmiyorum.Hemen bir kutu alıp tepsideki keki doldurduk kutuya tek dilim bırakmadan. Birer tane de zafer ödülü olarak ağzımıza attık. Odamıza götürüp çantaya koyduk. Bizim dualar kabul olmuştu. O kadar mutluydum ki misafirlere de içimden teşekkür ettim. Sonra bir tiksinti duydum. Neden böyle yapıyorlardı? Bu birine ait bir kural ve biz onu mu yaşıyorduk? Yoksa bu evdeki herkes gerçeketen de bu kadar kötü ruhlu muydu? Uyumadan önce ablama şunu söylediğimi hatırlıyorum: Yarın daha erken kaçmamız lazım ...


Zeynep YEMEN

1 yorum:

Blogger tarafından desteklenmektedir.